Search the Community
Showing results for tags 'hikaye'.
-
Çok eski zamanlarda bir gün bir delikanlı varmış… Bu delikanlı çok zengin bir ailenin kızına aşık olmuş. Ama kız delikanlı fakir diye ona yüz vermiyormuş. Genç, bir yılbaşı gecesi bütün cesaretini toplamış ve kızı yılbaşı gecesi balosuna davet etmek için evine gitmiş. Kapıyı genç kız açmış. Kıza, kendisini yılbaşı gecesi balosuna davet etmeye geldiğini birlikte dans etmek istediğini söylemiş. Kız kabul etmiş ama bir şartı varmış. Ondan balo için diktirdiği elbisesinin yakasına takmak için kırmızı bir gül istemiş. Delikanlı sevinerek oradan ayrılmış. Hemen kızın istediği kırmızı gülü aramaya başlamış. Ama mevsimlerden kış olduğunu ve bu mevsimde bir gül bulamayacağını hiç düşünmemiş. Bütün çiçekçileri dolaşmış ama herkes ona kış mevsiminde gül arıyor diye deli gözüyle bakıyorlarmış. Genç çok üzgün bir şekilde evinin yolunu tutmuş. Evine girerken bahçe de henüz açmamış bir gül dalı görmüş ama üzerinde sadece dikenler varmış. Gözlerinden bir damla yaş süzülmüş. O sırada delikanlının bahçesine bir bülbül gelmiş. Delikanlının ağladığını gören bülbül buna çok üzülmüş. Sabaha kadar gül dalının başında bildiği en güzel şarkıları söylemiş bülbül. Bülbülün güzel sesinden etkilenen gül dalı sabaha doğru beyaz bir gül açmış. Oysa ki genç kırmızı bir gül istiyormuş. Beyaz bir gülün açtığını gören bülbül göğsünü dikenlerden birine batırarak kanının akmasını sağlamış. Bülbülün göğsünden akan kanla beyaz gül kırmızı güle dönüşmüş. Sabah bahçesinde kırmızı bir gül açtığını gören genç gülü alarak kızın evine gitmiş ve kızın kapısını çalmış. Kapıyı yine kız açmış. Kızın yeni elbisesinin yakasına altından yapılmış bir gül taktığını görmüş. Kıza istediği kırmızı gülü getirdiğini baloya birlikte gidip dans edeceklerini hatırlatmış. Oysa ki genç kız baloya kuyumcu bir gençle gideceğini, yakasına da altından yapılmış bir gül taktığını söylemiş ve kapıyı kapatmış. Delikanlı çok üzgün bir şekilde oradan ayrılmış. Gözlerinden durmak bilmeyen yaşlar süzülüyormuş. Caddeden karşıya geçerken elindeki kırmızı gül yere düşmüş, çamurlu ve karlı yolda arabaların altında ezilen gül kaybolup gitmiş. Genç üzgün bir şekilde evine dönerken bahçesinde gül dalının yanında yerde yatan bir şey görmüş. Hemen yanına gitmiş. Yerde gördüğü bir hiç uğruna canını veren fedakar bülbülmüş.
- 1 reply
-
- bir garip bülbül
- hikaye
-
(and 1 more)
Tagged with:
-
Günlerden bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Kurbağalar da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar. Yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkacağına inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: “Zavallılar” “Hiçbir zaman başaramayacaklar!” Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. içlerinden sadece bir tanesi inatla, yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış: “Zavallılar” Hiçbir zaman başaramayacaklar!… Sonunda bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış yarışı bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış, sormuş bu işi nasıl başardın diye. O anda farkına varmışlar ki… Kuleye çıkan kurbağa sağırmış! OLUMSUZ DÜŞÜNEN İNSANLARI DUYMAYIN... ONLAR KALBİNİZDEKİ ÜMİTLERİ ÇALARLAR!
-
Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “Acı” diye yanıt verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: “Tadı nasıl?” “Ferahlatıcı” diye yanıt verdi genç çırak. “Tuzun tadını aldın mı?” diye soran yaşlı adamı, “Hayır” diye yanıtladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: “Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”
-
Küçük kız, annesiyle yürürken birden durdu. Yağmur damlacıklarıyla ıslanan gözlüğünü çıkartarak baktığı şey, babasıyla birlikte bisiklette giden bir başka kız çocuğuydu. Bisikletin arka tarafındaki minder üzerine oturan kız, düşmemek için babasına sıkı sıkı sarılmış ve soğuktan pembeleşen yanaklarını onun sırtına dayamıştı. Adamın ara sıra yana dönerek söylediği sözler küçük kızı kıkır kıkır güldürüyordu. Kaldırımdaki kız, bisikletin arkasından bakarken, annesi durumu farkedip: - Evdekiler yetmiyormuş gibi gözün hala bisikletlerde, diye çıkıştı. Ama eğer beğendiysen, baban onu da aldırır. Küçük kız yumuşak bir sesle: - Bisiklete değil kıza bakmıştım, dedi. Babası, o vaziyette bile kendisiyle sohbet ediyor da… Annesi, küçük kızı hiç duymamış gibiydi. Onun kürklerle çevrili şapkasını düzeltirken: - Arkadaşların, bu havada bile okula yürüyerek geliyor, dedi. Halbuki baban, işe giderken de olsa birkaç dakikasını ayırıp seni Mercedes’iyle getiriyor. Kızın gözü yine bisikletteydi. Kadın, alaycı bir ifadeyle: - İstersen baban da seni bisikletle getirsin, diye devam etti. Ne de güzel yakışır, öyle değil mi? Küçük kız, inci taneleri gibi süzülen gözyaşlarını annesinden saklamaya çalışırken: - Çok isterdim, diye cevap verdi. Belki de böylelikle, babama sarılırdım.
-
- hikaye
- sevgiye hasret
-
(and 1 more)
Tagged with:
-
Sekiz yaşındaydım. Bir gün, babamdan anneme bir armağan almak için para istedim. Bana tam bir dolar verdi. Hemen çıktım evden, şehre inip mağazaları dolaşmaya başladım. Şık bir mağazaya gidip reyonlarda gezindim. Şık mağazanın nazik görevlisinin dikkatini çekmiş olmalıyım ki, yanıma gelip ne istediğimi sordu. Ona bir dolarım olduğunu ve anneme çok güzel bir armağan almak istediğimi söyledim. Bana, daha ucuz hediyelikler satan bir mağazanın adını verdi. Tam ümidimi kesiyordum ki, bir mucize yüreğimi yerinden oynattı. Karşımda duran camekanın içinde, çok şık, cam kutusunun içinde duran camdan yapılmış minik bir çatal duruyordu. Nazik bayana çatalın fiyatını sordum. - "Bugün sizin şanslı gününüz küçük hanım," dedi. - "O çatal bugün indirime girdi. Fiyatı da tam bir dolar. Bu aralar cam çatallara pek ilgi gösteren olmuyor." Ben vardım ya! Ertesi gün anneme armağanını verdim. Babam merakla eğilip annemin elindeki cam kutuya baktı. - "Ne güzel bir şey bu!" diye annem bir nida attı ve çatalı babama gösterdi, - "Bakar mısın hem de el yapımı..." - "Evet, el yapımı," dedim gururla. - "Vitrine koyabilir miyim?" diye izin istedi annem. Ben de izin verdim. Noel geldiğinde cam çatalı kutusundan çıkarıp Noel ağacına astı annem. Yıllar sonra, annem öldüğünde bankadaki kasasından değerli eşyalarını ve mücevherlerini almaya gittim. Kasadaki eşyalarının arasında duruyordu cam çatal, camdan kutusunun içinde. Kutuya bir de not iliştirilmişti: - "Sen hep düşünceli, sevgi dolu bir insan oldun ve bizi hep mutlu ettin. Seni seviyorum. Annen." Cam bir çatal mı? İnsan cam bir çatalı neden banka kasasında saklar ki? Annem saklamıştı, çünkü bu küçük armağan onun için çok, ama çok değerliydi. Banka kasasında saklanacak kadar değerli. Sevgi, adına verilen en küçük armağanı kralların hazinelerinden daha değerli kılabilecek bir şeydir. Sevgi, yıllar sonra anılarınızı canlandıran kuru bir papatyaya, minik ellerle yapılmış bir resme, üzerine desenler çizilmiş bir peçeteye bile paha biçilmez değerler katar. O anılar büyükanneden, dededen, teyzeden yadigâr kalan eşyalar kadar değerli olur. Sevginin en güzel yanlarından biri de hafızalarda sonsuza dek yaşayabilmesidir. Alıntıdır...